Doğmak zaten kendiliğinden, irade dışı bir süreçtir ama yaşamak cesaret ister. Doğduğu andan itibaren insanın en belirgin içgüdüsünün ölümden uzak kalmak olduğu aşikâr, ilk nefesten başlayarak ondan sonraki bütün eyleyişlerimiz var kalmanın, varlığımızı pekiştirmenin ve geleceğe taşımanın emareleridir.

Her eylem, ölüme bir meydan okuyuştur ve gerçekten de hareket durağanlığın zıddı olduğu için ölüm eyleyişin içine sızamaz. En güçlü eyleyiş, ölümü en uzağa fırlatıp atıştır... Hevesle gerçekleştirilen bütün eyleyişler zaman duygusunu sonsuza kadar öteledikleri için ölümsüzlük vadisinin eserleridir.

En güçlü eyleyiş ise doğrudan doğruya cesaretle ilgidir. Haddizatında insanın yeryüzünde belirişi hayatın ölüm karşısındaki cesaretine dairdir. Zihin cesaretin gözü, kalp ise yumruğudur. Mide nasıl yemenin somut mekânı, ayak nasıl yürümenin somut imkânı ise zihin de cesaretin somut evi, kalp ise lav püskürten nefesidir.

İnsanın hayatın gözeneklerine sokuluşu, ölüm imgelerini yerle bir edişi, bilime, sanata, kültür ve edebiyata dair devinimi, uğraşı ölümün kollarına atılmadan önceki cesur hamleleridir. Kendisini kendisinden sonra da yaşatma gayreti güden bütün insanlar cesurdur ve öldükten sonra hâlâ aramızda dolaşan, hâlâ bize yüzeyleri, biçimleri, düşünceleri, duyguları, sesleri olduğundan daha parlak gösteren sanatçılar cesurdur.

İnsanın özünde cesaret olduğu için hayat kendini görünmezleştirmiş olmalı. Kazanacağını bildiği hâlde onunla yüzleşmeyi göze alamadığı için ölüm kendini tozlaştırıp her an her yerde karşımıza çıkabilecek bir ontolojiyle donatmıştır kendini. Korkaklık ile cesaret arasındaki sınırı bu iki duruş çok iyi özetler: Hayatta olduğu gibi cesaret göstere göstere gelir ve muhatabını sakınımsız karşılarken ölümde olduğu gibi korku muhatabına gizlice yaklaşır ve sünepe dokunuşlarla yere serer. Korkaklığın süfli duygulara, cesaretin ise şan, şeref ve haysiyete ait oluşunun temel gerekçesi bu mertlik ve namertliğe dair olan kısımlarıdır.

Cesaret gücün mutlak görünüşünden kaynaklı olarak geçmişi ve geleceği unutturması, şimdiye taht kurması, varoluşu bile görünmezleştirerek sakınımsız eylemi kalıba dökmesidir. Cesaret zihnin, kalbin ve duyuların geçici süreliğine kendi konumundan çıkıp yukarıya fırlaması, orada kendini seyretmesi ve kendini gerçekleştirmesi, dolayısıyla biriktirdiği enerjiyi en görünür hâle getirmesi demektir. Her cesur eylem, insanın kendini aşma girişimidir.

Amacına ulaşmış her eylem ise insanın kendini aşmasının göstergesidir. Yaşama cesareti, yaratma cesareti, yazma cesareti benzeri ifadeler cesaretin belli ölçüde bir karar vermişliği, bu karar vermişliğe uygun sapmaz bir enerjiyi ve geri dönüşsüzlüğü ima etmektedir. Cesaret etmek için daha baştan cesaret edilecek şeyin buna uygun olması, cesaret gösterme esnasındaki kayıpları telafi edecek bir karşılığının olması umulur. Bilinç düzeyinde yer almasa, fark edilmese, görülmese de cesaret kaybedişten mutlak korkmayı işaret ettiği için “dönüp geriye bakmaz”.

Belki biraz da bu yüzden diğer pek çok konuda olduğu gibi cesaret de kendine en uzak vadiden, korku vadisinden ilham alır. Korku ne kadar büyükse cesaret de o kadar gösterir kendini. Cesaretin son noktasının korkuyu büsbütün unutup onun canına okuma anlamına gelişi de bununla ilgilidir. Cesaret, kelimenin gerçek anlamıyla korkunun zıddıdır ve gücünü korkusuzluktan alır. Nasıl ki ışığın gücü karanlığın yoğunluğuna bağlı, yaşama sevincinin pınarı ölüm çeşmesi ise cesaretin susuzluktan dudakları çatlarken eğilip içtiği de korku suyudur.

Aramızdaki en cesurlar, gerektiğinde ve tehdit belirdiğinde tabanlarını en hızlı yağlayıp kaçmayı, dağın ardında kaybolmayı da bilenlerdir. Korkaklar ile cesurlar arasındaki fark ise korkakların hızlı koşmayı bilmedikleri için sürekli ölümün emrinde gezmeleri ve kaçıp kurtulduklarını sandıkları yerden asla dışarı çıkmayı düşünmemeleridir.

Cesurlar sadece yenilgi kaçınılmaz olduğundan ve tekrar yüzleşmek için kaçar. Vakit hazır olunca döner, kaldığı yerden devam eder ve işini sonlandırır. Sezai Karakoç’un “yenilgi yenilgi büyüyen zafer” ifadesi tam da cesarete özgü bu ruh hâlini yansıtmaktadır. Yenilgi kaçınılmaz olduğunda başını ölüme eğiş de gözlerinden çıkan cesaret ışığının havayla bulaşarak kendi gibilere yayma içgüdüsü taşır.

Kaçarken bile cesurun zihninde kaçtığı şeyi alt etmenin planları vardır. Bu, aynı zamanda geçmişten bugüne büyük liderlerin ve savaş meydanlarındaki komutanların yeri geldiğinde geri çekilmeyi de bildiklerinin ve bunun asla korkaklık olmadığının da teorik zeminini oluşturmaktadır.

Kaynak: https://www.tdk.gov.tr/wp-content/uploads/2021/05/%c4%b0smet-Emre-_d_-CESARET-_-3.pdf