Hayat bir oyundur. Kuralları değişir, oyuncuları değişir, çok güzeldir. Vazgeçemezsin. Çok zalimdir, çok acımasızdır, sevmeyebilirsin yine de kalırsın oyunda, oyuna alıştıkça kendine yazdığın karakteri beğenirsin. O üstüne oturur derin gibi. Çıkartamazsın.

Aslında böyle bir indirgeme yapılabilir mi bilmiyorum ama dünya için bir oyun sahnesi diyebiliriz, hayatın sana kendisini oyun gibi hissettirmesi. Çünkü oyun sensindir hayatın elinde. O seni oynar, seninle oynar, yine de bazen yenilirsin bazen de yenersin.

Hem tiyatral açıdan hem yanlızca oyun olarak kendi türümüze bakalım. Tiyatral açıdan konuya baktığımız da insanların günlük olarak rutin oyunculuğu (aktörlüğü/aktrisliği) inanılmaz boyutta iyi.

Bir insan günde oscarlık bir performans sergiliyor hayatın akışı içinde. Seviyormuş gibi yapıyor, üzülüyormuş gibi yapıyor, kıskanmıyor gibi, özlemiyor gibi, mutluymuş gibi oynuyor insan. Hem de bunu sadece kendi olarak doğal olarak yapıyor. Farklı oyunculuklar da var. Ders çalışıyormuş gibi, hastaymış gibi, arkadaşmış gibi yapanlar da var. Oyunculuk, sanırım insanın doğasında var dogmatik olarak kazandığımız bir yetenek.

Dünyayı bir de oyun tahtası olarak görebiliriz. Mesela bir satranç gibi, yaptığın her hamlenin bir sonucu var tıpkı hayat gibi. Her seçimin seni başka bir yola götürüyor. Güzel bir sözde var: " Her tercih başka bir vazgeçiştir." diye. Seçtiğin okul, seçtiğin dostların, kız ya da erkek arkadaşın gibi. Hepsi seni farklı noktalara getirebilir.

Hayatta atacağın her adım her olası hamle farklı bir oyunu temsil eder. Daha iyi bir hamle yapacağın farklı bir evren, hiç kimse hepsinin sonucunu tahmin edemez. Yani ilk hamle korkutucu olabilir. Oyunun sonuna en uzak olduğun noktadır. Sen ve karşı taraf arasında sonsuz bir olasılıklar denizi vardır. Ama bu aynı zamanda bir hata yaparsan neredeyse sonsuz sayıda çözüm yolu olduğu anlamına gelir. Yani sadece rahatlamalı ve oynamalısın.