Tutkularımızın çoğunluğu beynimizdeki prefrontal korteks tarafından idare ediliyor. Bu yüzden ormanda muz yemek yerine sınıflarda oturuyoruz. Vahşi içgüdülerimizi bastırıyoruz. Çatal bıçak kullanıp yemek yiyor, sanata yöneliyoruz. Arkadaşlık ilişkileri kuruyoruz. Bunlar bizi sosyal bir hayvan yapıyor. Tabiiki bu kavram bana ait değil. Hayvan yavruları bile doğar doğmaz doğaya ayak uydurabiliyor insan ise her zaman muhtaç ve bağımlı. Her zaman bizden daha güçlüsüne, büyüğüne ihtiyacımız var. İlk çağdan günümüze kadar süreç böyle oldu ve devam ediyor.

Dünyanın yüzeyi yaklaşık 510 milyon kilometre karedir ve bunun yaklaşık 155 milyonu karadır. Milattan sonra 1400 gibi geç bir tarihte bile çiftçilerin çoğu hayvanları ve bitkileri ile birlikte sadece 11 milyon kilometrelik bir alanda yani gezegen yüzeyinin yüzde ikisine sıkışmış vaziyette yaşıyordu. Bunun dışında kalan her yer çok soğuk, çok sıcak, çok kuru, çok nemli veya başka bir şekilde tarıma elverişsizdi. Tüm tarih bu küçücük yüzde ikilik alanda olupbitti

Tarım devrimi insanların elindeki toplam gıda miktarını kesin olarak arttırdı ancak daha iyi bir beslenme veya daha çok keyifli zaman yaratmadı. Daha ziyade nüfus patlamasına yol açarak şımarık seçkinler yarattı. Özetle diyebiliriz ki biz buğdayı evcilleştirmedik, buğday bizi evcilleştirildi.

Günümüze dönersek her gün yeni teknolojilerin gelişimlerini izliyoruz. Güncel telefonlar, daha hızlı bilgisayarlar, yeni model arabalar, yeni tıbbi teknikler. Bilimin limitsiz bir potansiyeli var. Ve bu gelişmeler hayatımızı daha da mükemmelleştiriyor. Bazen düşünüyorum, bizim zorlu gelişimimizde bazı önemli şeyleri görme yetimiz azalıyor. Belki de zaten içimizde olan güzel şeyleri kabul etmeye başlamalıyız. Teknolojiyi hayatımızın odağı haline getirmemiz doğru mu? Arkadaşlık sanal ortamda kurulabilir mi? Sosyal ağlarda birine güvenebilir misin? Dokunmadan karşındakini cam ekrandan sevebilir misin?

Her şeyin tedavi edilmesi gerekmiyor. Güncelleme çılgınlığı bir son bulmalı. Mona Lisa'yı güncelleyebilir misiniz? Tac Mahal’i? Davut Heykelini? Aile bağlarını? Arkadaşlıklarını? Bazı şeyler eskidikçe daha da değer kazanır. Mozart'ın müziği 200 yaşında. Güncellemeye ihtiyacı var mı? Olduğu haliyle zaten mükemmel değil mi?