Bu gün belli ülkelerin asıl (sonradan vatandaşlığa geçmeyen) halkında asla kendi devletine karşı ajan-hain olmaz. İngiliz, Alman, Fransız, Japon böyledir. Daha başkaları da vardır. Ama bazı ülke öz vatandaşları ise bu meselede çok fire verirler. Bu ülkelerin ortak özelliği tarih şuuru olmaması, bozuk ekonomi ve yanlış adalet sistemidir. Bunun sonucunda oluşan kopukluklar o milletin varlığını tehdit eder.

 

Evet, bir ülke sistemini düzelmezse, o ülke batmaya mahkûmdur. Tarihte yok olan pek çok devlet ve millet bu yüzden yok olmuştur. Kendi kendine boş övünmeler, gaza getirmeler bunu düzeltmeye yetmez.

 

Bir Devlet ya da toplum köklerini ihmal ederse, aynı bir ağaç gibi hayatını kaybetmeye mahkûmdur. Bir devletin Dili, dini ve edebiyat ve diğer kültürel kaynakları mutlaka korunmalıdır.

 

Bu gün Japonya, İngiltere, Almanya gibi ülkelerde 1000 hatta 2000 yıl önce yazılan eserlerini ilkokul çocukları bile okur ve anlar. Bu gün Şekspir'in Rome Juliet'i okuma yazma bilen her İngiliz tarafından okunup anlaşılır. Bu sayede de Kadim İngiliz kültürü kayıpsız hatta artarak devam eder. Buna örnek çoktur. Ama benim ülkemde yüz sene önce yazılan eserleri bile anlamamız mümkün değildir. Ne kelime kalmıştır ne harf.

 

Bizim milletimiz de öyleydi. yaklaşık 1000 yıllık bir kültürel birikimi ve şuuru vardı. Ama ne var ki Gerek harflerin değişimi gerekse kelimelerin değiştirilmesi bu bağı tamamen kopardı.

 

Bu gün Japonların kullandığı harfler Çin kökenlidir. Ve Japonların en büyük düşmanlarından biri de Çin’dir. Ama buna rağmen bu gün hiçbir Japon’un çıkıp da biz bu harfleri değişelim demesi hayal bile edilemez. Ya da çevremizdeki pek çok ileri ülke Latin harfleri kullanmamaktadır. Hiç kimse de bunlara “siz bu yüzden geri kaldınız” demez. Ayrıca Dünyada hiçbir ileri ülke yoktur ki tarih boyunca kullandığı harflerini değişmiş olsun. En önemlisi de, tarihimizle ve bizle hiçbir alakası olmayan ve tarih boyunca sürekli savaştığımız Latin toplumlarının harflerini ve kültürünü “TÜRK HARFLERİ” diye bu millete yutturmak nasıl yorumlanacak sizlere bırakıyorum.

 

Biz olayı basite indirelim. Çoğumuz Karasu'da okuduk. Ama Karasu'nun bir kalesinin olduğunu daha dün öğrendik. Karasu’nun çocukları sanki karasu bu gün oluşmuş gibi eğitim aldı. Asla önceki dönemlerde Karasu hakkında en ufak bir bilgi sahibi edilmedik. Maalesef öğretmenlerimiz klasik eğitimi aşıp insanımızın ufkunu açacak hiç bir yol göstermediler. Hâlbuki Karasu İlk çağlardan beri popüler bir yerdir.

 

Çok şükür günümüzde bu konulara eğilmeye başlanıldı. Değerli araştırmacı kardeşim Oğuzhan Kır bu konuda öncü oldu. Yetişen nesil yanı sıra bize bile iyi bir örnek oldu. Mesela bu haftaki yazısında Yunan işgali sırasında Karsu'nun durumunu ortaya koyup bizi daha dün yaşanmış olayların içine çekti. Özellikle Mustafa Molla’nın onca fedakârlık ve kahramanlıktan sonra kendisine verilen mükâfatı almayıp yoksullara verdirmesi ve savaş bitip düşman kovulunca köyüne dönüp çocuklara eğitim vermeye çalışması çok etkileyici. Ayrıca, kutlama günlerine riyakâr olmayım diye katılmaması, basit giyip yaşaması hatta kendine atfedilen kahramanlıkları başkasına mal etmesi de çok etkileyicidir.

 

Sonuç olarak, ulu bir ağaç için kökleri ne kadar önemliyse, gerçek bir millet için tarih şuuru da o kadar önemlidir. Sağlam bir devletin varlığı ise tarih şuurunun oluşmasıyla olur.