Tugay Bilgen'in "Bunun adı mükemmeliyetçilik mi?" başlıklı köşe yazısı

Bugün de nadiren sorduğumuz (gerçek manasıyla) bir sorudan bahsetmek istiyorum. Zihnimiz boşlukları sevmiyor diye başımızın belası olan bir konu daha sadece. Bizler bir şeye direkt isim veririz. Bu davranışımızın gözle görünen ve elle tutulan şeyler için pek sorun yarattığını söyleyemem tabii. Ama konu duygular ve düşünceler gibi içsel meselelerimize geldiğinde, eyvah! 

İçsel meselelerimizde isim verme başarımız, maalesef iyi olmaktan çok uzak gibi görünüyor. Mesleğim gereği, insanlarla bulunduğum temaslarda sohbetin konusu bir şekilde korku, kaygı, öfke, sevgi gibi içimizde olup bitenlere gelir. Gördüm ki özellikle hoşumuza gitmeyen duygu ve düşüncelerimizi, güzel bir isme sahip kavramların altında saklıyoruz.

Peki sonra ne mi oluyor? İçeriğine bakmaksızın sırf güzel bir isme sahip diye o duygular ve davranışlarımızdan ayrılamıyoruz. Asıl uzak durmamız, hatta kurtulmamız gereken şeyi koynumuzda gezdiriyoruz.

Ee? Ne yapmalıyız peki hocam? Yazıyı okurken bu soruyu zihninde duyanlar için tavsiyem, şikayet ettiğiniz şeyin ismine dönüp tekrar bakın. Bu konuda sevdiğim ve sıklıkla da karşılaştığım örneklerden birisi ‘Mükemmeliyetçiliktir’. Çok da uzak olmayan bir tarihte, yaptığım bir görüşmede yine bu konu ile karşılaştık. Danışanım, her şeyi eksiksiz yapmak isteyen, hatalarına ve başkalarının hata yapmasına tahammülü olmayan biriydi. ‘Eğer en ufak bir kusur dahi olacaksa o işin yapılmaması daha iyidir.’ demişti. Bu düşüncesi sebebiyle kendisi de birçok kere istediği şeyleri denemekten çekinmiş ve yaşayamamıştı. Peki kulağa çok güzel gelen bu düşüncelerinin sonucu ne mi olmuştu? Yorgun düşmüş, memnuniyet hissini tadamamış, kendisini yeterli göremeyen, gergin bir kişi olmuştu. Artık çocuklarına dahi tahammülü kalmamıştı. Kendisini, hiç istemese de onları azarlarken bulmuştu. İşte bu kırmızı çizgiydi.

Hadi gelin konuyu kendi tarzımızla tekrar inceleyelim. Sizce ‘mükemmeliyetçilik’ gibi güzel bir isimle kendisine çizdiği yol, neden belasına dönüştü? Madem güzel bir şeydi, ona ve sevdiklerine neden zarar verdi? Hatta daha güzel bir soru soralım. Siz hiç mükemmeliyetçi olduğunu söyleyen kişinin bu özelliğinden kurtulmak istediğini gördünüz mü? Onlar genellikle değişmek yerine dünyanın da mükemmeliyetçi olması gerektiğini savunurlar. Onlar mükemmel olmaya çalışmaktan değil, bu uğurda ödedikleri bedelden şikayetçidirler. Onları bu hale getiren sebepleriyle değil, seçtikleri yolun sonuçlarıyla uğraşırlar. ‘Peki neden sebepleriyle uğraşmazlar?’ diyebilirsin. Bu haliyle uğraşamazlar. Çünkü ismi çok güzel. Güzel olan tek şey de ismi. Bunca sıkıntının sebebi onlara çok güzel ambalajlanmış bir kutuda teslim edildi. Onlar, ambalajı bozulmasın diye ne kutuyu açmaya cesaret ettiler ne de kutuyu atabildiler. 

İlerde bir gün mükemmeliyetçiliğin gerçek isminden de bahsederiz. O güne kadar siz de düşünün. Acaba mükemmeliyetçilik olarak isimlendirdiğimiz bu belanın gerçek adı nedir? 

Esenlikle kalın.