Alana saygı

Hasret Aksoy'un "Alana saygı" başlıklı köşe yazısı

“Ben senin niyetini biliyorum.”

“Ben zaten bunun neden yapıldığını biliyorum.”

“Ben senin içini biliyorum.”

Bu cümleler, sanki hayatın bir yerinde hep karşımıza çıkar. Ne söylersen söyle ne kadar açık olursan ol, birileri mutlaka sözlerinin altını kurcalar. Sanki insan dürüst olduğunda bile yeterli değildir. Sanki açıklık, güven vermek yerine şüphe uyandırır. Ve ne acıdır ki bunu en çok yapanlar da en yakınlarımızdır. Hep bir art niyet aramak, hep bir fesatlık, hep bir gizli amaç… İnsan bazen düşünüyor: “Bu kadar mı zor birinin söylediklerini olduğu gibi kabul etmek?”

Oysa insanlar farklıdır. Herkesin hissetme şekli, düşünme tarzı, huzur anlayışı farklıdır. Ben doğada mutluyum diye çocuklarımın da doğada mutlu olması zorunlu değildir. Benim sevdiğim ortamı sevmek zorunda değiller. Biri evde huzur bulur, biri kapı önünde, biri kalabalık sever, biri sessizlikte nefes alır. Ben bir alanda mutluyum diye kimseyi peşimden sürüklemek gibi bir görevim yok; bu doğru da değil zaten.

Aynı durum ilişkiler için de geçerli. Arkadaşlıkta da evlilikte de partnerlikte de… İnsan bir şeyden rahatsız olduğunu söylediğinde, neden bunu ona dikte etmeye çalışıyoruz? Neden hemen “Kesin bir şey ima ediyor”, “Kesin canı sıkkın”, “Kesin bana karşı bir şey hissediyor” gibi düşüncelere sarılıyoruz? Birinin bir yere gitmek istememesi, bir etkinliğe katılmaması ya da herhangi bir şeyi yapmak istememesi neden hemen art niyet olarak algılanıyor?

Bu soruyu herkes kendine sormalı: Neden başkasının doğrularını kendi doğrularımızla aynı seviyede görmekte zorlanıyoruz?

İnsanların anatomisi, ruh hali, yetiştirilme tarzı, ilgi alanları, sınır çizgileri birbirinden tamamen farklıdır. Hiçbirimiz güdülmek, yönlendirilmek, zorla bir kalıba sokulmak için yaratılmadık. Hayat, herkesin kendi içinde kurduğu o küçük huzur alanlarıyla anlam kazanıyor. Kimisi kalabalıkta beslenir, kimisi sessizlikte. Kimisi hareket ister, kimisi durağanlıkla büyür. Kimisi konuşarak iyileşir, kimisi susarak.

Peki biz ne yapıyoruz? Bu farklılıkları kabul etmek yerine, karşımızdakini kendimize benzetmeye çalışıyoruz. Uyum sağlamak adına değil; bizim istediğimiz gibi davransın diye. Oysa gerçek uyum, dayatma ile kurulmaz. Uyum, iki tarafın da kendi alanını koruyarak ortak bir noktada buluşmasıyla oluşur.

Bu noktada asıl önemli olan tek kelime var: SAYGI.

Birinin mutlu olduğu alanı anlamasan bile, ona saygı duymak.

Birinin tercihlerini paylaşmasan bile, onları küçültmemek.

Birinin hislerini sorgulamak yerine olduğu gibi kabul etmek.

Birinin kendi alanında nefes almasına izin vermek.

Saygı, bir insanın kendisini en çok güvende hissettiği şeydir.

Saygı, ilişkilerin temelidir.

Saygı, aile bağlarını güçlü kılar.

Saygı, arkadaşlığı korur.

Ve saygı olmadan hiçbir birliktelik, hiçbir ilişki gerçekten yaşamaz.

Belki bu yüzden artık herkes kendine şu soruyu sormalı:

“Birinin kendi alanını koruması neden bize tehdit gibi geliyor?”

Belki de cevap çok basit:

Çünkü saygı beklemeyi biliyoruz, fakat göstermeyi unuttuk.

{ "vars": { "account": "G-YL44BW7VWJ" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }