Sultan Güner'in "Alt tarafı bir çiçek koklayıp…" başlıklı köşe yazısı

Aslında kendimizi bildik bileli radyo ve televizyon kanallarında reklamları izleriz. Yeni çıkan bir ürünü tanıtmanın iyi bir yoludur. Gözü, kulağı olanlar yeniliğin özelliklerini duyar, aklının bir köşesine yerleştirirler.  

En çokta çocuklar ve kadınlara yönelik hazırlandığını düşünüyorum yani “potansiyel müşterilerine!”

Zararlı bir ürünün reklamında oynayan “ünlü yüzler” vicdan azabı yaşıyorlar mı? Sanmıyorum! Mesela Tarık Akan hiç kabul etmemiş bu şekil reklam tekliflerini.

Hayatı kolaylaştıran ve sağlıklı ürünlere elbette ki hiçbir sözümüz olamaz. Sağlıksız olduğunu bildiğimiz ürünleri TV kanallarında duydukça çaresizlikle izliyoruz. İnsanlara ve doğaya zarar verdiğini bile bile izlemek beni kahrediyor. Kanser ettiğini söyleyen doktorları çaresizce izleyip, bizler bir şekilde kendimizi korumaya alabiliriz fakat çocuklar bunu duymadan bilmeden uzmanlıkla hazırlanan bu zararlı besinlerin “albenili” olarak sunulan reklamları etkisiyle tüketmekten kendilerini alıkoyamıyorlar. Yetişkin “uzman” kişiler çocukları zehirleyebilmek için mesai harcıyor hatta çocuklarını, bu işleri üreterek kazandığı paralarla yetiştirmek zorunda kalıyorlar. Şekerlemeler, atıştırmalıklar, gazlı içecekler, hazır gıdalara yönlenmiş olarak büyüyorlar.

Bir çocuğun yediği şekerlemeler sonucu on iki yaşından itibaren karaciğerinin yaşlanmaya başladığını izlemiştim bir videoda. Tüyler ürpertici gelmişti bana; el bebek gül bebek sağlıklı olsun diye tüm ömrümüzce emek verdiğimiz çocuklarımızın sağlıksız üretilen çikolata, şeker türevlerinden uzak tutamazsak karaciğerinin yaşlanmaya başlaması korkunç değil mi?

Üç zehir olarak adlandırılan; şeker, un (saflaştırma denilen beyazlaştırılmasıyla zehirleştiği) ve tuz olarak nitelendiriliyordu. Tuz yerine göre (rafine edilmemiş haliyle) mutlaka belli miktarlarda tüketilmesi gereken panzehir olarak da söyleniyor.

Kahvaltıyı poğaça ile yapanların ne kadar sağlıklı olabileceğini düşünmek lazım. Sevilen dizilerin bir çoğunda mutlaka uğranılan bir pastane olması ve canımızın unlu mamul çektirilmesi…

Yiyorsak da en azından beyazlaştırılma işlemi olmayanlardan yiyebilsek…

Kafeslere hapsedilmiş tavuklardan yumurta üretenlerin yumurtaları market raflarında dizili…

Fast-food alışkanlıklarıyla yaşayan gençlerimizin ne kadar sağlıklı olabileceğini neredeyse hepimiz biliyoruz ama önüne geçemiyoruz. Sağlıklı beslenmeye – taze sebze ve meyvelere - çocuklarımızı yönlendirmemiz şart. Sebze ve meyveler yetiştirilirken zehirli ilaçlardan da uzak yetiştirilmeleri gerekiyor. Buna da etki edemiyoruz ne yazık ki! Bilmiyoruz, pazarda, markette önümüze sunulan sebze ve meyvelerin ne derece tarım ilaçlarına maruz kaldığını, sadece ihraç sonrası tespit edilip geri gönderilen domates, biber gibi… Haberlerinden öğreniyoruz…

Hayatımızı sağlıklı sürdürmek hakkımızdı ve yöneticiler de bunu denetleyip düzenlemek zorundaydı…

Sağlık konusunda yazacak, yapacak çok şeyimiz var. Bilinçsizce yanlış yaptıklarımız da bir hayli…

Yazıyı Cahit Zarifoğlu’nun bir sözü ile bitiriyorum:

"Alt tarafı bir çiçek koklayıp, bir kaç insan tanıyıp, sevip gidecektik dünyadan. Nasıl kötü bir döneme denk geldi ömrümüz. Vicdansızların, sapıkların, canilerin, nefretin, cehaletin ortasına düştük."

(Önceki bir yazımda söz verdiğim #Batum fotoğraflarımı bu linke tıklayarak izleyebilirsiniz. Yurtiçi, yurtdışı gezilerimin fotoğraflarını buradan paylaşacağım, takipte kalmanız sevindirir. https://www.youtube.com/watch?v=ipvIqvUHzlk )

Sağlıklı haftalar…

S U L06763.Isimli