Tarih boyunca veba başta olmak üzere sıtma, çiçek, kolera gibi hastalıklar tüm insanlığı tehdit etmiştir. Hastalığın sosyal, siyasal, ekonomik boyutları kısa sürede halkları ve devletleri olumsuz yönde etkilemiştir. Asya ile Avrupa arasındaki ticaret yollarının merkezinde bulunan Anadolu coğrafyası, salgın hastalıklardan en fazla etkilenen yerlerin başında gelmektedir. Hastalıklar genelde tüccarlar, hacılar ve ordular vasıtasıyla bu bölgeye gelmiştir. Özellikle 19. Yüzyılda tüm Anadolu’da büyük salgınlar görülmüş, Sakarya havzası ve Karasu da bundan olumsuz etkilenmiştir.

İlk önce, Karasu’daki tarihi mezar taşları üzerinde tarafımızdan yürütülen araştırmalara bir göz atalım: Mezar taşlarına göre, salgın hastalıkların Karasu’nun yakın tarihinde mühim bir yere sahip olduğu anlaşılmaktadır. 19. Yüzyılda Karasu halkı veba, sıtma, grip, çiçek gibi hastalıklara karşı büyük bir imtihan vermiştir. Veba, yerel halk arasında hastalıkların genel adı olmakla birlikte aynı zamanda solunum yoluyla bulaşan bir virüsün sebep olduğu ölümcül bir hastalıktır.

1813 yılında vefat eden Karasu Ayanı Silahşor Hacı Abdi Bey’in oğlu Halid Bey’in şahidesindeki “Veba-i ateşte yandı vücudum” ifadesi, bu tarihlerde Karasu’da veba salgını olduğunu göstermektedir. Karasu’nun meşhur Ayanı Silahşor Abdi Bey de oğluyla aynı tarihte vefat etmiştir. 1818 yılında vefat eden Karasulu Abbas Efendi’nin kızı Muhammed Bey’in eşi Ayşe Hanım da vebadan vefat etmiştir.

1837 yılında Yusuf Hüseyin Ağa’nın oğlu Muhammed Bey genç yaşta veba illetine yenik düşmüştür. Karasu Köyü’nde bulunan şahidesinde babası Yusuf Ağa’nın, “Bir ah ile gitti dar-ı fenadan, nevcivanım felak etti vebadan” şeklindeki sözleri yürekleri burkmaktadır.

1841 yılında Genç oğlu Mustafa Reis’in oğlu Feyzullah Ağa henüz çocuk yaşta vebaya yenik düşmüştür. Karasu Köyü mezarlığında bulunan ve babası tarafından dikildiği gayet açık olan şahidesinde “Tıfl iken hayf erişti vadesi, ağladı kan atasıyla anası, nüş edip çiçekle ecel peymanesi” şeklinde acıklı bir ağıt yakılmaktadır. 1861 yılında Reşit Paşa Ağalarından İbrahim Ağa’nın şahidesindeki “Emr-i Hak’la türlü emrâz geldi benim tenime, bulmadı sıhhat vücudum sebep oldu mevtime” ifadelerinden hastalık sonucu öldüğü tespit edilmiştir.

Şimdi de Osmanlı Arşivlerinde, Karasu’da yaşanan salgınlarla ilgili bazı belgelere bakalım:

19. yüzyıl, Karasu halkına belli aralıklarla salgınlar getirmiş ve yıkıcı sonuçları olmuştur. Karasu’nun merkezi olan bugünkü Küçük Karasu-Küçükboğaz hattında veba illeti yüzünden onlarca insan vefat etmiştir. 17. ve 18. yüzyıllarda yaklaşık 5-6 bin nüfus barındıran bu bölge, 1900’lerin başında sadece 30 hane kalmış; ahalinin çoğu, İncirlü ve Kuyumculu başta olmak üzere Kandıra ve Adapazarı’na göçmüştür. 1970’li yıllarda Küçük Karasu’da yaklaşık olarak bin adet tarihi mezar taşı tespit edilmiştir. Bununla birlikte çevresi sıradan taşlarla örülmüş isimsiz onlarca mezarın bulunması bu durumu kanıtlamaktadır.

1893 tarihinde Karasu’nun çeşitli köylerinde vuku bulan salgınlarına çare bulmak için İstanbul’dan Doktor Feyzi ve Rıfat Hüsameddin Paşalar gelerek karantina uygulamışlar ve hastaları tedavi etmişlerdir. 1909 yılında Kalayköy (Küçükboğaz) ve Gürcü Hamidiye’de (Aziziye) yedi sekiz kişinin yüz ve yatak yerlerinin çürüdüğü, birkaç aylık yeni doğan bebeklerin öldüğü haberi gelince dönemin Karasu Belediye Başkanı İbrahim Efendi, nahiyeye cerrah gönderilmesini talep etmiştir. İstanbul’dan Doktor Edhem Bey ile İsmail Bey gelerek hastaları tedavi ettiler. Hastalığın şiddetli grip ve bronşitten meydana geldiğini rapor etmişlerdir.