Ali Keskinsoy'un "“El alem ne der” mi, yoksa “El Alim olan Allah ne der” mi?" başlıklı köşe yazısı
İnsanın hayatını yönlendiren iki ses vardır: Biri insanların sesi, diğeri Rabbin sesidir. Birincisi “El alem ne der?” diye kulağa fısıldar; ikincisi “Allah kuluna yetmez mi?” diye kalbe seslenir. Biz hangi sesi merkeze alırsak, hayatımız o yöne doğru akar. Ne yazık ki bugün birçok insan, Allah’ın rızasını değil, çevrenin ne diyeceğini önceleyerek yaşar.
Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de buyuruyor: “Allah kuluna yetmez mi?” (Zümer, 39/36)
Bu ayet, mümine tek ölçüyü verir. Allah yetiyorsa, insanların ne dediği önemsizdir. Fakat “El alem ne der?” endişesi, nice kalpleri, nice ibadetleri gölgelemiştir.
Bu gizli put, tarihte Ebu Talib’i bile imandan alıkoydu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ona son nefesinde “Amca, bir kez ‘La ilahe illallah’ de” dediğinde, Ebu Talib şöyle cevap verdi: “Ey yeğenim, sen doğru söylüyorsun ama Kureyş ne der?”
Ve o korku, onu ebedi kurtuluştan mahrum bıraktı.
Demek ki insan bazen Allah’ın rızasını değil, insanların kınamasını daha çok önemsiyor.
Kur’an, bu durumu açıkça reddeder:
“Onlar Allah yolunda cihad eder, kınayanın kınamasından korkmazlar.” (Maide, 5/54)
Gerçek mümin, halkın değil, Hakk’ın rızasını arar.
Bugün de aynı durumdayız. Bir genç sakal bırakacak, “Akrabalar ne der?” diye vazgeçiyor. Bir kadın tesettürünü güçlendirecek, “İş yerinde ne derler?” diye erteliyor. Bir baba sade düğün yapmak istiyor, ama “Komşular ne der?” baskısıyla borca, israfa giriyor. İnsan kınanmasın diye günaha giriyor; ama o “El alem” ne borcunu öder ne sıkıntını paylaşır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurur: “İnsanların hoşnutluğunu ararken Allah’ın gazabını kazanan kimseden Allah razı olmaz.”
Yani insanları memnun etmek için Allah’tan vazgeçme; sen Allah’ı razı et, insanlar da sonunda razı olur.
Büyük veli Fudayl b. Iyaz da der ki: “İnsanlar için ameli terk etmek riyadır; insanlar için amel yapmak şirktir.”
Doğrusu, sadece Allah için yaşamaktır.
Bugün kıyafetimizden evimizin düzenine kadar her şeyi “ne derler” korkusuyla yapıyoruz. Modayı biz belirlemiyoruz; biz, başkalarının bizi yargılamasından korktuğumuz için onların modasına uyuyoruz. Ama unutmayalım: İnsanları memnun etmek imkansızdır. Biri beğenir, diğeri eleştirir. O halde tek hedefimiz Allah’ı memnun etmek olmalı.
Bir kıssada baba ile oğlu merkebe biner. Halk “hayvana yazık” der. Baba iner, oğul biner; bu kez “saygısız evlat” derler. Oğul iner, baba biner; “vicdansız baba” derler. İkisi de yürür, “akılsızlar” derler. Görülüyor ki insanları memnun etmek mümkün değildir. O halde madem kimse memnun olmayacak, o halde memnun edilmesi gereken tek makamı seçelim: Allah’ın rızası.
Sonuç olarak; bütün bir dünya seni alkışlasa ama Allah “kabul etmedim” dese, o alkışların ne faydası olur?
Ama bütün dünya sana küsse, Allah senden razı olsa, işte o gerçek kazançtır.
Öyleyse “El alem ne der?” değil, “El Alim olan Allah ne der?” demeyi öğrenelim.
Rabbimiz bizleri insanların kınamasından korkmayan, yalnızca Allah’ın rızasını arayan kullarından eylesin.
“Allah kuluna yetmez mi?” (Zümer, 39/36)
Amin.


