Ayşenur Elmacı'nın "Nereye gidiyoruz biz?" başlıklı köşe yazısı

Gereksiz kibirlerin, insanlığını taşıdıkları makamların altına saklamış suretlerin ve yaptığı işi dünyanın en önemli işi sananların coğrafyası olduk biz.

Kendi fikrimizden başka bir fikre, kendi zevkimizden başka bir zevke ve kendimizden başka her şeye önemsiz muamelesi yapmaktan usanmadık.

Spor, siyaset, medya, sağlık vs. hiç fark etmiyor. Hangi dünyada, hangi meslek kolunda, hangi zümrede olursak olalım sonuç değişmiyor.

Ne samimiyetler gerçek, ne çalışmaya niyetimiz var, ne de şikayetlerimizden vazgeçmeye.

Elle tutulur bir üretim yapmadan, emek vermeden yemeğe çalışmaktan dolayı iflas ediyor insanlığımız.

Kolay kazançlar peşindeyiz hepimiz. Siyasette kolay koltuk, medya da kolay şöhret, spor da ahlaksız tırmanmak istiyoruz merdivenleri. İşimize yaramayacak insanlarla ilişkilerimizi kesip, işimize yarayabilecek insanlara boncuklar dağıtıyoruz. İşimiz olmaz ise tukaka ilan ediyor, dedikodusunu yapıyoruz. Bazen de sahip olduğumuz makamların kudretine kaptırıp yalan ve sahte bir dünyanın nimetleriyle kendimizi kandırıyor ve gelip geçen zamanın ömrümüzden gittiğini hesaplamıyoruz.

Kendimizi çok çabuk önemli hissediyor, önemli saydığımız insanları çok çabuk değersizleştiriyoruz gözümüzde. Sevgi yok anladık ama saygı zerresi de kalmadı içimizde.

Babamız, anamız yaşındaki insanlarla dalga geçiyor, gençlere bir şey öğretmeye eriniyoruz.

Bırakın farklı insanları, aynı işyerinde, aynı konumdaki çalışma arkadaşımıza, kendimizi bir şey zannedip emir vermeye kalkıyoruz. Bazen de iyi niyetimizi suiistimal etmeye hazır, asalak karakterlere güvenmenin kederi çöküyor tepemize.

Hele ki iyiyseniz, üretiyorsanız ve iyi de bir eser çıkartabilenlerden biriyseniz “vay halinize”

Hem dedikodunun merkezi sizsiniz, hem de çalışmaya yemeyenlerin hedefi.

Şayet kulaklarınızı tıkamaz ve kafaya takmaya başlarsanız, sonunuz manik depresyona kadar gidebilir, benden söylemesi.

En acısı toplumsal gruplaşmaların en küçük zümrelerde bile kendini gösterir hale gelmesi. Bir odayla diğerleri arasındaki farkın sınıfsal ayrımcılığa kadar ulaşmış olması.

Ekmeğini sahada çıkaranların, laylaylom ile zaman geçirenler tarafından kendilerince dışlanmaya çalışması. Başka bir deyişle üstü başı pislenmeden, elleri toza bulaşmadan çalışanların, fiziksel aktivite ile zaman geçiren diğer insanlardan daha zeki, daha kültürlü, daha bilgili ve daha zengin oldukları düşünerek, diğerlerini hor görme telaşı.

Oysa benim gözümde onlar daha onurlu, gururlu, zeki, çalışkan, dedikoduya vakitleri kalmayan ve ekmeğini taştan çıkaran adam gibi adamlar. Sahte hayatın içinde gerçek dostlukların, gerçek sohbetlerin ve paylaşmanın tadını bilen insanlar.

Aslında sayfalar dolusu uzanıp gidebilirim. Hayatın acı gerçeklerini kendimin de içinde bulunduğu bu sahte dünyaya daha uzun bağırabilirim ama bu kadarı da yeter, anlamak isteyene.

Bir hedefin yoksa bir çaban yoksa bir üretimin yoksa dünyaya ve kendine bir faydan yoksa yaşadım demeyeceksin arkadaş. Sızlanıp duracaksan çalışmayacak, çok çabuk oldum zannedip,  yürümekten, koşmaktan yüksünmeyeceksen eyvallah

Kendini güzel zannedip, sadece bu güzelliğin ile bir yerlerde var olmaya çalışacaksan, kibirliysen, paran çoksa, oturduğun yerden rahat bir hayat istiyorsan o zaman da çalışmayacak, kendi dünyanda kalacaksın.

“Ve en önemlisi ne olursan ol, insan ol. Onu kaybettiğinde, yaşamın anlamını da kaybedersin” 

Hayırlı haftalar.