Ayşenur Elmacı'nın "Hani spor kardeşlikti?" başlıklı köşe yazısı
Bir zamanlar sporun amacı sadece kazanmak değildi. Bir zamanlar spor, dostluktu, centilmenlikti, insanları bir araya getiren bir köprüydü. Peki, ne oldu da bu köprü yavaş yavaş yıkılmaya başladı?
Ne oldu da spor; saygıdan, hoşgörüden, birlikten uzaklaşıp, öfkenin, hırsın, hatta nefretin dili haline geldi?
Bugün tribünlere baktığımızda renklerin değil, ayrılıkların konuştuğunu görüyoruz. Bir futbol maçında, bir basketbol karşılaşmasında ya da bir atletizm yarışında bile, insanların birbirine nasıl saldırdığını, sporun ruhunu nasıl unuttuğunu görmek gerçekten üzücü. Oysa spor, “dostça yarışmak” demekti.
Rakibini yenmek değil, rakibine saygı duymaktı. Kazanmak kadar kaybetmeyi de olgunlukla karşılamaktı.
Spor, insanın hem bedensel hem de ruhsal gelişimini destekleyen en güzel alanlardan biridir.
Birlikte çalışmayı, paylaşmayı, dayanışmayı öğretir. Rekabet, bu saf duyguları gölgelemeye başladı.
Kazanmak her şeyin önüne geçti. Kazanmak için her yol mubah sayıldı. Oysa gerçek sporcu, sadece madalyayı değil, ahlakı da taşır. Gerçek taraftar, sadece takımını değil, rakibini de alkışlayabilir.
Gerçek başarı, karşındakine zarar vermeden, onurlu bir şekilde yarışmaktır.
Tribünlerde artık sık sık kavgalara, taşkınlıklara, küfürlere tanık oluyoruz. Bir futbol müsabakası, insanların stres atacağı, aileleriyle eğleneceği bir etkinlikken; bazen korkunun, gerginliğin merkezi haline geliyor. Küfürler havada uçuşuyor, formalar yüzünden insanlar birbirine düşman kesiliyor.
Oysa aynı ülkenin çocuklarıyız, aynı topraklarda büyüdük. Birinin forması kırmızı, diğerinin sarı ya da mavi diye nasıl düşman olabiliriz?
Unutmamalıyız ki; sporun birleştirici gücü, renkleri değil, kalpleri buluşturmaktır. Bir maçın ardından el sıkışmayı, birlikte tebessüm etmeyi unutmamak gerekir. Çünkü hiçbir maç, dostluktan değerli değildir. Bugünün çocukları tribünlerde ne görüyor? Birbirine saygı duyan mı, yoksa birbirine saldıran mı? Fair-play ruhunu anlatmak yerine, “yeter ki kazanalım” diyen bir anlayışı mı? Eğer gençlere hırsı, şiddeti, nefreti örnek gösterirsek, yarının sporu da bugünkünden farklı olmaz.
Çocuklarımıza anlatmamız gereken şey şu olmalı: “Rakibin senin düşmanın değil, seni geliştiren kişidir. Kaybettiğinde ağlamak değil, neden kaybettiğini anlayıp daha çok çalışmak büyüklüktür.
Kazandığında da rakibine saygı duymak, mütevazı davranmak gerçek şampiyonluktur.
Belki de hepimize düşen görev, sporun özüne dönmek. Tribünlerde sevgi dili konuşulsun, hakemlere, sporculara, rakiplere saygı yeniden hatırlansın. Spor kulüpleri, taraftar grupları, medyasıyla birlikte el ele verip şiddeti değil, kardeşliği yaymalı. Bir maç bittiğinde kaybeden değil, kazanan insanlık olsun.
Bir yarış sonunda rakibini tebrik eden bir el, bin alkıştan daha değerlidir.
Ve unutmayalım: Sporun gerçek galibi, centilmenliktir.
“Hani spor kardeşlikti?” diye sormak aslında bir sitem değil, bir çağrıdır. Sporun yeniden dostluk, sevgi ve barışın sembolü olabilmesi için hepimize görev düşüyor. Tribünde, sahada, televizyonda... Nerede olursak olalım, o kardeşlik ruhunu yaşatalım. Çünkü spor; sadece ter, çaba ve skor değildir. Spor, insanlığın ortak dili, kardeşliğin en saf halidir.


