Fındık, eski tarihlerden itibaren insanoğlunun beğenerek tükettiği ürünlerin başında gelir. Fındığın, “Pont Exinus” ve “Pontik” sözcüğünden türetildiği tahmin edilmektedir. Zira Antik dönemde Karadeniz Bölgesine “Pont Exinus” adı verilirdi. Çin kaynaklarına göre fındığın anavatanı Çin, Roma kaynaklarına göre ise Karadeniz bölgesidir.

 

Roma döneminde Karadeniz bölgesine “Pontus” adı verilirdi. Romalılar fındığa “Pontuk” Persler “fonduk”, Araplar “bunduk”, Yunanlar “funduki” Türkler ise “fındık” demişlerdir. Tatarlar “çetlevük”, Lazlar ise “çakıldak” demişlerdir.

 

 

Evliya Çelebi, Trabzon’a yaptığı bir seyahatte “Dağlarında taşlarında cümle ormanları fındıktır” demiştir. Sultan I. Mahmud, 1739 yılında Fransa ile bir ticaret antlaşması imzalamıştır. Bu antlaşmaya göre Osmanlı Devleti’nin ihraç edeceği ürünler arasında fındık da vardır. Osmanlılar, 17. 18. ve 19. yüzyıllarda Avrupa’ya bol miktarda fındık satmıştır.

 

Döneminde dünyanın en büyük fındık üreticisi olan Osmanlı Devleti, özellikle Sultan II. Abdülhamid döneminde sanayileşmeye önem verdi. Ülkenin ekilebilir arazilerini tespit etmek için ziraat mühendisleri görevlendirildi. Yapılan çalışmalar sonucunda Batı Karadeniz bölgesinin fındık üretimine elverişli olduğu tespit edildi.

 

93 Harbi’nde (1877-1878) Balkanlar ve Kafkasların çoğunu kaybeden Osmanlı Devleti, burada yaşayan Müslüman Türkleri Anadolu’nun muhtelif mekanlarına yerleştirmeye başladı. Bu dönemde Karasu ve Kocaali bölgesi aşırı derecede göç aldı. Bu vaziyet; kaos, açlık, fakirlik ve hastalıkları da beraberinde getirdi.

 

 

Bölgenin dağlık ve ormanlık olması tarım yapılmasını engelliyordu. Mühendisler, arazinin fındığa elverişli olduğu tespitinde bulundular. Geçim sıkıntısına son vermek umuduyla 1890’lı yıllardan itibaren bölgeye fındık dikilmeye başlandı.

 

Ağustos 1908’de şiddetli yağan yağmurlar sonucunda Sakarya ve Melen nehirleri taştı. Yalpankaya,  Çobanyatağı, Süngün Suyu (Süngüt), Yanıkhayvan (Yanıksayfan), Baltacılar (Gölköprü) ve Akkum köylerinde fındık dikimi için hazırlanan araziler sular altında kaldı. Bunun üzerine ahali, dağ ve tepelere yönelerek ormanları yakıp fındık arazisi açmaya başladılar. Devlet, üretimi desteklediği için bu duruma büyük ölçüde göz yumdu ve halkın toprak sahibi olmasının yolunu açtı.

 

Ağustos 1908’de sel olduğu için fındık dikilmesi gereken araziler telef oldu. Eylül ayı beklendi. Tarlalar ve fideler bizzat Devlet-i Âliyye tarafından hazır şekilde halka teslim edilecekti. Ancak II. Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle gelen siyasi bunalımdan dolayı devletin kasasında para olmadığı gerekçesiyle fındık dikim işlemi mevsimin müsait olmadığı bahanesiyle gelecek mevsime ertelendi.

 

 

Bunun üzerine Karasu ve Kocaali ahalisi, birlik oldu ve kendi aralarında para topladılar. Delisava adlı Rum Tüccar ile anlaştılar. Bu şahıs, Giresun’dan fındık fidesi getirerek ahaliye teslim etti. Tarihte, Ağaç Denizi olarak adlandırılan bu bölgedeki ormanlar hızla tahrip edilmeye ve yerine fındık dikilmeye başlandı. Bu durum, yakın zamana kadar devam etti.

 

1850’lerden itibaren fakirleşmeye başlayan Karasu ve Kocaali bölgesi, 1890’lı yıllarda başlayan fındık üretimi ile yeniden kendine gelmeye başladı. Bu durum, göçü de beraberinde getirdi. Bölgenin nüfusu giderek artmaya başladı…