Selman Yümnü'nün "Eğitim mi? Öğrenilmiş çaresizlik mi?" başlıklı köşe yazısı

Can Bolat bir konuşmasında şöyle diyor;

“Size bir kurum tarif edeceğim bana hangi kurum olduğunu söyleyin. İnsanların dört duvar içerisinde tutulduğu, geniş bir avlusu olan, etrafı büyük duvarlarla çevrili olan, bazen dikenli telleri olan, insanların belirli aralıklarla avluya çıkmasına izin verilen, imza ile içeriye girdiğiniz, her gün yoklama yapılan, müdür tarafından yönetilen, koridorlarında nöbetçiler olan, çıkarken çok mutlu olduğunuz.” Tahmin etmesi çok zor olmasa gerek.

Tabi ki okuldan bahsedilen bu kurum aynı zamanda cezaevi ile ne kadar çok benzerlik gösteriyor değil mi? 

Çok değerli Öğr.Gör.Mehmet Yapıcı ise bir makalesinde “Okul, hemen hemen hepimiz için ‘coşku ile geri dönmek için’ gidilen bir yerdir” diyor. Yani sistematik bir şekilde toplumların robotlaştırılmaya çalışıldığı, içerisinden çıkıldığında ise insana mutluluk ve özgürlüğün önemini göstermekten öteye gidemeyen birer mekan haline dönüştüler. 

Olayı biraz resmetmeye çalışalım bundan 50 sene önce üretilmiş bir araba hayal edelim ve günümüz teknolojisi ile üretilen bir araba hayal edelim. Ne kadar farklılar değil mi birbirinden. Hem güvenlik hem de konfor açısından inanılmaz değişimler olmuş ve insan odaklı yaklaşımlarla daha kullanışlı hale evirilmişler.

Şimdi bir de ilk cep telefonumuzu hayal edelim. 180 karaktere sığdırmaya çalıştığımız mesajlardan, ultra HD kalitesinde fotoğraflar gönderebildiğimiz 100 x zoom yapabilen 1 terabayt hafızası olan çok daha fonksiyonel birer teknoloji harikasına dönüştüler.

Bu iki olayı geçmişten günümüze olan değişimlerini resmetmeye çalıştık. Şimdi de günümüzden geriye doğru giderek bir resim çizmeye çalışalım. Eğer varsa torununuz, gittiği okulu gözünüzün önüne getirin, sonrasında çocuğunuzun gittiği okulu, şimdi ise kendi gittiğiniz okulu hatırlayalım bakalım. Anne babalarımız nasıl okullarda okuyordu. Ya onların babaları yani dedelerimiz. Eğer okula gitti ise nasıl bir okulda okudular.

Beş nesil boyunca neredeyse hiç değişmeyen, hepsi birbirinin aynısı büyük bir duvarın arkasına saklanmış korkaklar gibi davranan bina yığınları. Yani tahta aynı, sıra aynı, ders süresi aynı, zil sesi aynı. Bu kadar istikrarlı olan bir kurum ya da organizasyon var mıdır acaba? Bu kadar aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemek de cabası.  

Her şey değişirken okul ve eğitim sistemi hiç değişmedi. Çünkü 100 yıl önce okullar, fabrikalara işçisi yetiştiriyordu. Bu yüzden herkes aynı kıyafeti giymek zorundaydı, herkes aynı saatte aynı sıraya geçmek zorundaydı, teneffüs zili çaldığında dışarı çıkmalı zil tekrar çaldığında içeri girmek zorundaydı. O günden bu güne okullar aynı göreve hizmet etmeye devam etmektedir.

Ama en azından okullar biraz daha fonksiyonel hale getirilemez mi. En azından çocuklara çevre temizliği, toplumsal yaşama entegrasyon, yemek yapmak, ellerini yıkamak ve tuvalet adabı, fide dikmek, kamp kurmak, doğal afetlerde en azından kendi gereksinimlerini karşılayabilecek kadar hayat ile ilgili basit ama hayati şeyler öğretilemez mi?

Uzak Doğu’da mastır eğitimimi alırken oradan gözlemlediğim birkaç husustan bahsetmek istiyorum. Tayvan devlet bursu ile eğitimime devam ettiğim okul özel bir eğitim kurumuydu. Ülkenin en iyi üniversitelerinden biriydi. Okuldan mezun olabilmenin birkaç şartı vardı. Bunlardan birisi her öğrenci okuldaki öğrenci kulüplerinden en az iki tanesine katılmalı ve aktif olarak organizasyonlarında yer almalıydı. Diğer bir zorunluluk ise okul alanı içerisinde her öğrencinin sorumlu olduğu bir bölgenin temizlik ve mıntıkasının yapılması. Okulun koridorlarından tuvaletlerine, merdivenlerinden bahçesine kadar her alan öğrenciler tarafından temizleniyordu. Bu kural ana sınıfından, üniversiteden mezun olana kadar her öğrenci için zorunlu ders kapsamında müfredatta yer alıyor. Hem de bu kural özel ya da kamu okulu olmasına bakılmaksızın her kurumda uygulanıyordu.

İnsan kendi temizleyeceği bahçeye çöp atar mı? Kendi temizleyeceği tuvaleti adabınca kullanmaz mı? Bir de bizim ülkemizden hayal edelim hem de özel okulları kenara bırakarak devlet okullarında bir öğrenciye ‘sen buraya paspas atacaksın’ diğerine ‘siz de bahçenin çöplerini toplayacaksınız’ desenize. Hayal bile edemiyorum! Ulusal kanallarda çocukların sağlıkları hiçe sayılıyor diye haberler döner.

Bugün ellerini bile kuralına göre yıkamayı beceremeyenler uzaya çıkmak için yurt dışında eğitimlerini tamamlayanları beğenmiyorlar. Belki de bizde eğitim kurumlarına hiç ihtiyaç yoktur. Ne de olsa her şeyi bilen bir toplumuz.

Deneme yanılma ile doğrusunu bulmaya çalıştığımız eğitim sisteminden, kültürümüze ve çağımıza uygun olan bir eğitim sistemine geçmemiz dileğiyle.

Mutlu haftalar diliyorum.