19. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti’nde tıp medreseleri ve şifahanelerin artık çağın gereklerini yerine getiremediği görülmeye başlandı. Bunun üzerine Cumhuriyet’in temellerini atan padişah olarak bilinen Sultan II. Mahmud döneminde orduya hizmet edecek tabip ve cerrahların yetiştirilmesi için 14 Mart 1827 tarihinde Tıbhane-i Amire ya da Mekteb-i Tıbbiye adıyla ilk modern tıp okulu kuruldu. Sultan, bu görevi sarayın Hekimbaşı Behcet Mustafa Efendi’ye vermişti. Daha sonraları okulun kurulduğu bu tarih tıp bayramı olarak kutlanmaya başlandı. Okul, günümüzde İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi olarak eğitime devam etmektedir.

Sağlık alanındaki gelişmeler II. Abdülhamid döneminde zirve yaptı. Birçok yere hastane ve tıp okulları kuruldu. Bu dönemde çok sayıda cerrah yetişti ve çoğu, yükseköğrenim görmesi için Avrupa’ya gönderildi. Sancak, kaza ve nahiye merkezlerindeki hastane ve cerrah sayısı giderek arttı.

1909 yılında Karasu Belediye Başkanı İbrahim Efendi, nahiyeye bir hastane kazandırmak için kolları sıvadı. İlçenin önde gelen eşrafıyla toplantılar düzenledi. Belediye meclis azalarının da imzasıyla Dahiliye Nezaretine (İç İşleri Bakanlığı) telgraf çekildi. Ancak gelen cevapta, devletin maddi imkanlarının yeterli olmadığı, Karasu halkının maddi destek sağlaması gerektiği ifade ediliyordu.

O dönemlerde Karasu halkının büyük çoğunluğu kereste, odun ve kömür ticareti ile geçimini sağlıyordu. Ormanlardaki meşe ve kestane odunları geleneksel usullerde yakılıyor, toprağın içinde bekletilerek kömürleşmesi sağlanıyor, Sakarya, Haralambo ve Melen iskelelerinden gemilere yüklenerek gönderiliyordu. Ancak devlet, bu ticaretten fazla vergi alıyordu. Halk ise geçimini sağlamakta oldukça zorlanıyordu.

Karasu Belediye Başkanı İbrahim Efendi, Orman ve Maadin (Maden) Nezareti’ne telgraf çekerek verginin düşürülmesini istedi. Eğer vergi düşürülürse Karasu halkı hastane ve eczane inşası için para ayırabilecekti. Üstelik tam da bu zamanda grip ve sıtma hastalığı halkı kasıp kavuruyor, ölümler yaşanıyordu. Hatta bu hastalık yüzünden Karasu sürekli göç veriyordu. Yani modern bir hastane ve eczane olmazsa olmazdı.

Orman ve Maadin Nezareti’nden gelen cevapta; hastane, eczane ve tabip ihtiyacının karşılanması için vergilerin bir miktar düşürüleceği ifade edilmiş, konuyu araştırmak üzere bir müfettişin Karasu’ya gönderileceği bildirilmişti.

1909 yılında Kalayköy (Küçükboğaz) ve Gürcü Hamidiye’de (Aziziye) yedi sekiz kişinin yüz ve yatak yerlerinin çürüdüğü, birkaç aylık yeni doğan bebeklerin öldüğü haberi duyuldu. Durum çok ciddiydi. Belediye Başkanı İbrahim Efendi, nahiyeye cerrah gönderilmesini istedi. İstanbul’dan Doktor Edhem Bey ile İsmail Bey Karasu’ya gelerek hastaları tedavi ettiler. Hastalığın şiddetli grip ve bronşitten meydana geldiğini rapor ettiler.

Karasu halkı, büyük mücadeleler vererek 1910 yılında hastane, eczane ve tabibine kavuşmuştur.