Ali Keskinsoy'un "Gözün önündeki ayetler: Unutulan tefekkür" başlıklı köşe yazısı
İnsanoğlu çoğu zaman kendi hayat telaşından başını kaldırıp etrafına bakamaz. Oysa Yüce Allah, yarattığı her varlığı insan için hem bir nimet hem de bir ibret vesilesi olarak yaratmıştır. Yusuf Suresi’nin 105.ayetinde Rabbimiz şöyle buyurur:
“Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, insanlar onların yanından geçip giderler ama dönüp bakmazlar, düşünmezler.”
Bu ayet, çağın insanını anlatan bir aynadır. Gözümüzün önünde duran onca nimet, onca sanat, onca mucize… Ama insan alıştığı için görmez, görmek istemez. Oysa bir müminin her şeye ibret nazarıyla bakması gerekir. Çünkü kainat, Rabbimizin kudret kitabıdır. Açılan her çiçek, düşen her yağmur damlası, her nefes, bir ayettir.
Bir başka ayette “İnsan yediği yemeğe bir baksın!” buyrulur. İlk bakışta bu emir basit bir davet gibi görünür. Oysa Allah’ın kastettiği yalnızca tabağa bakmak değildir. “Yağmuru biz yağdırdık. Toprağı biz yardık. Oradan habbeleri, üzümleri, zeytini, hurmayı, bahçeleri biz çıkardık. Onları sizin ve hayvanlarınızın rızkı kıldık.” (Abese Suresi mealleri)
Bu ayet, bir lokma ekmeğin bile hangi aşamalardan geçerek soframıza geldiğini fark etmemizi ister. Her nimetin ardında İlahi bir düzen, kusursuz bir yaratılış vardır.
Bugün insanlar yemeğin tadına, şekline, sunumuna, kalitesine bakıyor ama Rabbimizin o nimeti yaratırken yaptığı muazzam işleyiş akıllara bile gelmiyor.
Oysa gerçek tefekkür şudur:
“Bu ekmek soframa gelene kadar kaç merhale yaşadı? Yağmur nasıl yağdı? Toprak nasıl bereketlendi? Kimler onu ekip biçti? Kimler taşıdı, öğüttü, pişirdi? Bu nimeti önüme getiren kimdir?”
Bunları düşündüğünde insan hem nimetin kıymetini anlar hem de şükrün ne demek olduğunu…
İslam alimlerinin hayatı da bu tefekkürün örnekleriyle doludur. Rivayet edilir ki, İstanbul’da bir Allah dostu zengin bir konağa davet edildiğinde herkes konağın ihtişamına hayranlıkla bakarken, o bahçedeki kurumuş bir otu gösterip şöyle demişti:
“Bu ot bana diyor ki: Ben de sizin gibi bir zamanlar yemyeşildim. Şimdi kurudum ve toprağa döndüm. Siz de bir gün benim gibi olacaksınız. Ona göre yaşayın.”
İşte gerçek tefekkür budur. Bir otla konuşacak kadar derin, bir yapraktan ibret alacak kadar ince bir kalp…
Bugün nice insan dünyanın süsüne aldanıyor; arabalar, evler, markalar, gösterişler… Ama kainata baktığında Allah’ı hatırlamıyor. Budur ayette kastedilen:
“Onlar ayetlerin yanından geçip giderler ama yüz çevirirler.”
Rüzgarın esişi, güneşin doğuşu, bir bebek gülüşü, bir dalın yeşermesi… Hepsi birer ayettir. Ama insan çoğu zaman bu ayetlerin yanından geçip gider.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurur:
“Düşünceyle geçen bir an, nafile ibadetten daha hayırlıdır.”
Çünkü tefekkür insanı Allah’a götüren en kısa yoldur. Düşünen kişi nankör olmaz; nimetleri görünce şükreder, hayatın geçiciliğini fark eder, kibirden uzaklaşır.
Her gün gördüğümüz ama alıştığımız için kıymetini unuttuğumuz şeyler aslında bize çok şey anlatıyor. Aynı suyla büyüyen iki meyvenin biri tatlı biri ekşi olması, aynı topraktan çıkan renk renk çiçekler, farklı tatlar, farklı kokular… Bunların hepsi Rabbimizin kudretinin göstergeleridir.
Bir mümin, kainata böyle baktığı zaman eşya dile gelir; her şey Allah’ın varlığını haykırır. Ama kalp körleşirse nimet de ayet de fark edilmez. İşte Yusuf Suresi’ndeki uyarı bunun içindir. Allah bizi uyarıyor:
“Ayetlere bakıyor ama görmüyorsunuz. Düşünün, ibret alın, tefekkür edin.”
Bugün dünyanın koşuşturması içinde insanın Allah’ı unutması en büyük tehlikedir. Telefonlar, işler, meşguliyetler… Ama kainat bize fısıldıyor: “Beni Yaratanı düşün.”
Bir çiçek bile der ki: “Bugün açtım, yarın solacağım. Sen de fanisin, ona göre yaşa.”
Rabbimiz bizleri, kainatı okuyabilen, nimetin arkasındaki Rahmeti görebilen kullarından eylesin.
Her baktığımız şeyde O’nun kudretini hatırlamayı, her nimetin arkasında O’na şükretmeyi nasip etsin.
Ayetlerin yanından geçip giderken yüz çevirmeyen, bakan ama gören, duyan ama anlayan kullar olmayı lütfetsin.
Amin.
Next


