Ali Keskinsoy'un "Kamu hakkı, ilahi bir sınavdır" başlıklı köşe yazısı
Her cuma hutbesi, minberlerden ümmete seslenen bir hatırlatmadır. Kimi zaman bir ahlak çağrısıdır, kimi zaman ümmet bilinciyle sarsıcı bir ikaz. 27 Haziran 2025 Cuma hutbesi ise, işte tam bu ikinci kategoriye ait bir seslenişti: “Kamu hakkı dokunulmazdır.”
Bugünün dünyasında pek çok günah gizlenebilir, ama kamu hakkına el uzatmak hem dünyada hem ahirette yankı uyandıran bir vebaldir. Çünkü kamu hakkı sadece bir insanın değil, bütün ümmetin, hatta Allah’ın emaneti olan bir değerdir.
Kamu hakkı nedir? Neden bu kadar ciddidir?
Kamu hakkı; camimiz, parkımız, devlet malı, belediye aracı, vakıf binası, okul sırası, hatta musluktan akan sudur. Sahibi “biziz”. Ama “biz”in mülkiyetini çalan, aslında Allah’ın koyduğu düzene savaş açmış olur.
Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz buyurur:
“Aranızda mallarınızı batıl yollarla yemeyin.” (Bakara, 188)
Bu ayet, sadece bireysel hırsızlıkları değil; kamu mallarını zimmete geçirmeyi, usulsüz kazançları ve haram yolları da kapsar. Çünkü kamu hakkı, kul hakkının topluca vücut bulmuş halidir.
Efendimiz (s.a.v.), bir sahabinin ganimetten izinsiz aldığı malı sebebiyle şehit olmasına rağmen cennete giremeyeceğini bildirmiştir. (Müslim, İmare, 183)
Düşünün ki, Allah yolunda canını veren bir mücahit bile ganimet malına – yani kamuya – hıyanet ettiğinde cennetten mahrum kalabiliyorsa; biz, kamuya ait fotokopi kağıdını, akaryakıtı, bir vakıf çayını zimmetimize geçirirken neyle kurtulacağız?
Günümüzde kamu hakkına dair örnekler
Belediyeye ait iş makineleri şahsi işlerde kullanılıyor.
Vakıf malları zimmetleniyor.
Okulun elektriğiyle kendi işleri görülüyor.
Camiye ait sadaka kutusu özel harcamaya yönlendiriliyor.
Ve tüm bunlar “görünmüyor” sanılıyor. Ama Allah görüyor, Melekler yazıyor, vicdan zaten biliyor.
Bu sadece hukuki bir mesele değil, dini bir sınavdır
Kamu hakkına riayet, hukuki değil, imani bir sorumluluktur. Çünkü;
“Emaneti ehline veriniz.” (Nisa, 58) ayetinin muhatabı sadece yöneticiler değil, aynı zamanda her bir vatandaş, her bir mümin kuldur. Hepimiz bu emaneti taşıyoruz.
Bu hutbe bize, sadece namaz, oruç, zekat değil; kul hakkı ve kamu malı bilinciyle yaşamanın da bir ibadet olduğunu hatırlattı. Eğer bu bilinçle yaşarsak:
Adil oluruz.
Güvenilir bir toplum inşa ederiz.
Mahşerde “alacaklıların” yüzünden kaçan değil, hakkı ödenmiş bir hayatla gelenlerden oluruz.
Son söz olarak şunu ifade etmek gerekirse:
Bir kuruşun, bir kalemin, bir dosyanın bile Allah katında hesabı vardır. Bugün “ufak” gördüğümüz her yanlış, yarın teraziye konulacaktır. Çünkü kamu hakkı, sadece insanın değil, Allah’ın emanetidir. Onu çiğnemek, emanete hıyanettir.
Unutmayalım:
“Emaneti olmayanın imanı da yoktur.”
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/135)
Emaneti yaşamak, kul hakkını gözetmek, kamuya saygı duymak… İşte bu hem ahlakın hem imanın özüdür. Cuma hutbesi, bir kez daha bu hakikati kalplerimize kazıdı.