Beyza Bayraktar'ın "Psikoloğa ne zaman gidilmeli?" başlıklı köşe yazısı

En çok karşılaştığım sorulardan biri şu: “Psikoloğa gitmem gerekiyor mu?” Bunu kimi zaman bir arkadaş sohbetinde, kimi zaman içini dökmek isteyen bir mesajda, bazen de sessizce düşünen bir bakışta duyuyorum. Belki sen de şu an bu satırları okurken benzer bir soruyu zihninde taşıyorsun: Gerçekten bir psikoloğa gitmeli miyim? Gitmeye ihtiyacım var mı? Yoksa bu sadece geçici bir his mi?

İyi olduğunu düşündüğümüz anlarda bile içten içe bir şeylerin yolunda olmadığını hissedebiliriz. Bazı günler, bir sabah yatağından kalkmak zor gelir, bazı geceler hiçbir şey olmamış gibi görünse de gözlerin dolabilir. Ve o zaman başlar sorgu: Bu herkesin yaşadığı bir şey mi? Yoksa ben mi zorlanıyorum?

Bu yazıda birlikte bu soruların izini süreceğiz. Psikoloğa ne zaman gidilmeli, hangi duygular ya da durumlar bize bir destek gerektiğini fısıldar? Cevaplar bazen net, bazen belirsiz olabilir; ama en önemlisi, sorunun kendisini duymaya cesaret etmek. Şimdi gel, birlikte bakalım: Gerçekten gitmeli misin?

İlk olarak şunu bilmek önemli: Psikoloğa gitmek için “dibe vurmuş” olmayı beklemek gerekmez. Ruhsal destek, sadece kriz anlarında değil, zorlayıcı ama yönetilebilir görünen dönemlerde de son derece kıymetlidir. Tıpkı vücudumuzda hafif bir ağrı hissettiğimizde doktora gitmeyi düşünebildiğimiz gibi, zihinsel ya da duygusal yüklerimiz arttığında da bir uzmandan destek almak hayat kalitemizi yükseltir.

Hayat kaliteni düşüren, seni duygusal olarak zorlayan ya da işlevselliğini bozan bir durum varsa, evet, bir psikoloğa gitmeyi düşünebilirsin. Bunun için yaşadığın şeyin “büyük” ya da “ağır” olması gerekmez. Herkesin hikayesi kendine özgüdür ve her hikaye kıymetlidir. Senin yaşadıkların da hissettiklerin de.

Çoğu zaman şu düşünceyle karşılaşırız: “Benim yaşadığım şey o kadar da büyük bir sorun değil, başkaları çok daha kötü durumda.” Bu düşünce, yardım alma hakkımızı elimizden alan tehlikeli bir yanılsamadır. Duygunun büyüğü küçüğü olmaz. Senin için zor olan, değerlidir. Kıyasladıkça duyguların derinliğini kaybederiz; oysa terapide amaç, senin hikayene odaklanmak, senin pencerenden bakabilmektir.

Psikoloğa gitmek, sadece “çökmüş” hissettiğinde yapılacak bir şey değil. Bazen terapi; iyi olduğun halde daha iyi hissetmek, daha sağlam sınırlar çizmek, ilişkilerini daha sağlıklı yürütmek ya da sadece iç sesini daha net duymak içindir.

Bu bir “son çare” değil, kendine atacağın sağlıklı bir adımdır. Bazı insanlar terapiye belirli bir sorunla gider; bazılarıysa ne olduğunu tam bilmediği ama rahatsız edici bir hisle. Her ikisi de eşit derecede geçerli ve değerlidir. Çünkü terapi bir çözüm arayışından çok bir farkındalık yolculuğudur. Bazen sadece biri seni yargılamadan dinlesin istersin. Bazen bir kelime, bir bakış açısı, bir sessizlik bile sana kendini daha iyi anlatır.

Psikoloğa gitmek, zayıflık değil, kendinle ilgilenme cesaretidir. Ve bu, kendine verebileceğin en içten, en derin hediyelerden biridir. Kendi zihnini, kendi duygularını anlamaya niyet etmek; yaşamın yüklerini tek başına taşımak zorunda olmadığını kabul etmektir.

Her insanın içinde taşıdığı bir hikaye vardır. Bazıları anlatılmayı, bazıları duyulmayı, bazıları ise sadece anlaşılmayı bekler. Belki de artık senin hikayen de dinlenmeyi hak ediyordur. Birlikte yürünecek yollar, paylaşılacak yükler, iyileşmeye açılan kapılar var. Kapıyı aralamak senin elinde.