Hasret Aksoy'un "Sosyal sınırlar" başlıklı köşe yazısı

Toplum olarak hızla değişen bir dönemin içindeyiz. Sosyal medya, modern iş yaşamı ve dijitalleşen dünya ile birlikte insanlar arasındaki mesafeler fiziksel olarak azalsa da duygusal ve ahlaki sınırlar da bir o kadar bulanıklaşmaya başladı. Bu durum, özellikle insan ilişkilerinde güvenin ve saygının temelini oluşturan sınır bilinci kavramını yeniden düşünmemizi gerektiriyor.

Günümüzde evli ya da bekar fark etmeksizin, bireylerin sosyal ortamlarda birbirleriyle kurdukları ilişkilerde ölçüyü kaçırmaları artık daha sık karşımıza çıkıyor. Gereğinden fazla samimiyet, özel alanlara saygı göstermeme, kişisel sınırlara müdahale etme gibi tutumlar hem bireysel huzuru hem de toplumsal yapıyı zedeliyor. Oysa sağlıklı ilişkiler, ancak karşılıklı saygı ve sınır bilinciyle mümkündür.

Birlikte kahve içmek, sürekli mesajlaşmak, sık sık özel hayatlara dahil olmaya çalışmak… Bunlar ilk bakışta masum görünebilir. Ancak özellikle samimiyetin ölçüsü kaçtığında ve kişi kendi konumunu unuttuğunda bu davranışlar karşı tarafta rahatsızlık yaratabilir, zamanla ilişkileri yıpratabilir. Hiç kimse – ister evli, ister bekar – başkasının özel alanına sorgusuzca girmemeli; herkes sosyal ilişkilerde nerede durması gerektiğini bilmelidir.

Sınır bilinci; yalnızca romantik ilişkilerde değil, arkadaşlıkta, iş hayatında, komşulukta, hatta aile içinde bile büyük önem taşır. İnsanlar birbirine yakın olabilir, güvenebilir, destek olabilir; ama bu, mahremiyetin yok sayılabileceği anlamına gelmez. Ahlaki değerler, görgü kuralları ve içten gelen bir hassasiyetle sınırlar korunmalı; bu hem bireyin kendi kişiliğine duyduğu saygının, hem de karşısındakine verdiği değerin göstergesidir.

Bugün toplumsal ilişkilerde yaşanan birçok kırgınlığın ve güven kaybının temelinde sınır ihlalleri yatıyor. Oysa her birey, “ben” ile “sen” arasındaki o görünmeyen çizgiyi tanımalı, onu geçmemeye özen göstermelidir. Bu sadece başkalarının değil, kişinin kendi onurunu da korur.

Toplumda bazı davranışların “modernlik” ya da “samimiyet” adı altında meşrulaştırılmaya çalışıldığını görüyoruz. Ne var ki, özgürlük ve samimiyet; başkalarının huzurunu kaçıracak noktaya geldiğinde erdem olmaktan çıkar. Gerçek özgürlük, başkasının sınırına saygı duyarak yaşanandır. Gerçek samimiyet, kendini dayatmadan, ölçüyü kaybetmeden kurulan bağdır.

Artık toplum olarak yeniden bir dengeye ihtiyacımız var. Davranışlarımızı gözden geçirmeye, sosyal ilişkilerdeki sınırları yeniden tanımlamaya ve birbirimizin alanına saygı göstermeye mecburuz. Çünkü sağlıklı bir toplum; sınırların, değerlerin ve karşılıklı saygının hâkim olduğu bir düzende yeşerir.

Unutmamalıyız ki, sınır koymak duvar örmek değildir; bir ilişkiyi güvenli ve sürdürülebilir hale getirmektir. Saygının başladığı yerde sevgi anlam kazanır. Sınırların korunduğu yerde ilişkiler güçlenir, bozulmaz.