Hasret Aksoy'un "Gerçek kalite" başlıklı köşe yazısı
Son zamanlarda bazı sohbetlerde dikkatimi çeken bir ifade var: “Kaliteli insan topluluğu.” İlk bakışta kulağa hoş geliyor; kim kaliteli insanlarla bir arada olmak istemez ki? Ama sonra kendi kendime sordum: Bu “kalite” tam olarak neye göre belirleniyor? Eğitim seviyemize mi? Mesleğimize, konuşma tarzımıza ya da sosyal çevremize göre mi? Yoksa çok daha derin, çok daha insani bir şeye mi dayanmalı bu “kalite” meselesi?
Bir kitap grubunda, hayatın içinden gelen bir ev hanımı, ilkokul mezunu bir annenin varlığı bazılarını rahatsız edebiliyor. Bu beni hem düşündürüyor hem de üzüyor. Çünkü bu hayat herkese eşit imkanlar sunmuyor. Kimimiz iyi okullarda okuyup kariyer yapabiliyoruz, kimimiz ise hayatın yükünü çok genç yaşta sırtlanıyoruz. Evleniyoruz, çocuk büyütüyoruz, ayakta kalmaya çalışıyoruz. Kimi zaman kader, kimi zaman imkansızlıklar bizi bir yere getiriyor. Bu, kimsenin suçu değil. Ve asla bir insanın değerini ölçen kriter de olamaz.
Eğitim, unvan, sosyal çevre… Elbette önemli. Ama gerçek kalite, bir başkasını olduğu gibi kabul edebilmekte gizli. Gerçek kalite; kibarlıkta, empati kurabilmekte, yargılamadan dinleyebilmekte saklı. Göz hizasında konuşabilmekte, “ben senden üstünüm” hissini hissettirmemekte.
Ne yazık ki bazen kadınlar, diğer kadınlara en acımasız yargıları yöneltebiliyor. Dışarıdan bakıldığında çok “çağdaş” görünen ortamlarda bile bu sınıfsal ayrımcılık sessizce işliyor. Kadın kadına destek olmak bir yana, diplomalarla, etiketlerle, sosyal rollerle birbirimizi küçümsüyoruz. Sanki bir kadın ancak çalışıyorsa, para kazanıyorsa, belirli bir statüye sahipse değerlidir. Evdeki emek, görünmez kabul ediliyor. Oysa sabahın köründe uyanıp çocuk yetiştiren, evi çekip çeviren, hastasına bakan, sofrasını kuran kadının emeği ne zaman bu kadar önemsizleşti?
Biz bu toplumda anneliği, ev içi emeği sistematik şekilde değersizleştirdik. Hatta öyle ki, bazı kadınlar başka kadınlara “sadece ev hanımı” etiketiyle bakar oldu. Oysa o “sade” sandığımız hayatların içinde ne fedakarlıklar ne yarım kalmış hayaller ne içe atılmış sessizlikler var...
Diplomalarımızı, unvanlarımızı, konumlarımızı bir kenara koyduğumuzda geriye ne kalıyor? Eğer hala içimizde saygı, merhamet ve vicdan varsa, işte orası gerçek kalitenin başladığı yerdir.
Kadın kadına iyi gelmeli. Yarışmamalı, yaralamamalı. Zaten zorlu bir hayatın içinden geçiyoruz; birbirimizi yargılayarak değil, anlayarak güçlenebiliriz.
Gerçek kalite; sahip olduklarımızda değil, sahip olduklarımızı nasıl kullandığımızda ve başkalarına nasıl davrandığımızda gizlidir.