Sultan Güner'in "Senaristler sesimizi duysa…" başlıklı köşe yazısı

Bar bar bağıran erkek seslerinden, ağlayan güçsüz kadın karakterlerden, avaz avaz bağırış çağırış dolu sahnelerden, çocuklara kötü olaylar yaşattırılıp travma yaratan sahnelerden…

Genç erkekleri patır patır vurup “temizleyin buraları” diyen mafya dizilerinden, herhangi bir baskın sahnesinde onlarca kişiyi öldüren “dizi kahramanlarından!”

Yıllar sonra duyulan sevdiğinden çocuğu olduğu gerçeğinden, hamile bıraktığı kadının annelik içgüdüsünü yüzyıllardır öğrenememiş erkek karakter(siz)lerden…

Güneydoğu’da askerlik yapıp psikolojisi bozulan özel timcinin “Gaddar”laşan, normal yaşamına dönmek isterken herkesi darmaduman olup suç şebekelerine bulaşmış bulması ve fragmandaki çatır çutur kol kırılma sesini duymamak için sesi kapatmak uzun süreceğinden pat diye bilgisayarın kapağını kapatarak kendi ruh halimi korumaya çalışmaktan yoruldum… 7 yaş için uygundur cümlesi ile başlayan bir dizide çöp tenekesine konulup eli kolu bağlanmış adamın üzerine benzin döküp yakmak görüntüsü nasıl 7 yaş üzerine gösterilebilir? İnsanın hiçbir yaşında görmemesi gereken sahneler bunlar! RTÜK bu şiddet sahneleri yüzünden neden hiç bir şey yapmıyor acaba?  

Bunun amacı ne olabilir diye düşünmek lazım…

Kısaca şiddetin, vahşetin her türlüsünden o kadar bıktık ki! Haberlerde de aslında meyvelerini görüp akıl sağlığımızı nasıl koruyacağımızın derdindeyiz!

Tüm senaristlere şöyle demek istiyorum, beni dinlemeyeceklerinden son derece emin olsam da yine söylemek istiyorum. Bunca yoksullaştırılmış büyük bir kitlenin tek eğlencesi olan televizyonda bari cinnete davet eden diziler, filmler yazıp önümüze koymayın!

Halkı tedavi etmek gibi bir göreviniz olamaz elbette ama daha fazla hasta etme hakkınız da olmasın lütfen!

Adaleti bulamayanlar çeteleşerek kendi adaletlerinin peşine düştüğünde işte haberlerde gördüğümüz yaratılmaya çalışılan “cinnet toplumu” cinayetleriyle amacına ulaşıyor diye yorumluyorum.

Uzun zaman önce Hollywood’da yönetmenlere, senaristlere ısmarlama film yaptırılmasıyla toplumu şekillendirmeleri, istedikleri gibi yönlendirdiklerini okumuştum. Bir süredir dizilerin, gündüz kuşağı yarışma programları, cinayet çözme gibi konularına bakarak halkın gözünü, aklını ne tarafa yönlendirmek istiyorlar diye arada izliyorum.

Bunları izletip halkın seviyelerini, dikkatlerini daha nerelere çekebilirler acaba diye aşırı kaygılıyım.

Uzun bir dönem mafya dizileri ile kafalarda bir dünya oluşturulmuştu, günümüze kadar hiç bitmeden “kendi adaletini” kendi sağlayanların çoğalmasıyla sokaklara, trafiğe nasıl yansıdığını üzülerek izliyoruz.

Dizilerle suç sıradanlaştırılıyor. Kadına karşı şiddetin ve ahlakçı yaklaşımın, erkekler için “ahlakın” ne kadar basitleştirilebildiğini veya yok sayıldığını gözlemleyebiliyoruz.

Bir süredir de tesettürlü ve başı açık kadınların yaşam tarzlarının irdelendiği diziler var, “Kızılcık Şerbeti” ve “Kızıl Goncalar” gibi. Her ikisi de bir-iki bölüm sonra RTÜK’ten ceza yediler fakat birer hafta dizi saatinde izleyicilere ‘belgesel izleme cezası’ verildi! “Kızılcık Şerbeti” dizisi nispeten daha adil yargılıyor tarafları sanki.

“Kızıl Goncalar” dizisinde tarikat şeyhinin genç varisi kerametli, ikiz kardeşlerin türbanlısı okula gönderilmemiş olsa da fizik uzmanı! Cumhuriyetçi ailenin büyüttüğü ise asabi ve madde bağımlısı olarak karşımıza çıkıyor! Tarikat karşıtı doktorlar ise bebek hırsızı ve türlü yasadışı yollara başvuranlar olarak izlesek de diziden nedense tarikatlar rahatsız olup şikayetçi olmuşlar ve RTÜK’te incelemeye almış, ardından para cezası kesmiş! Neden “para” cezası keser? “Gerçek yaşanmış hikaye” diye sunulan bir film niye cezalandırılır? Yaşandığı için mi? Parayı alınca yeniden devam edilir! Diziyi merak eden evinde oturan izleyiciyi de alakasız bir belgeselle cezalandırır!

Bazen gerçekler “gösterilen” gibi olmayabiliyor, olmasını istediklerini diziler yoluyla önceden “ortaya atma” hareketi olabilir. Bunu önümüzdeki zaman içerisinde hep birlikte yaşayıp göreceğiz.

*

Sağlık sistemimiz konusunda söyleyeceklerim var.

Geçen hafta ayaklarımla ilgili ciddi bir sorun yaşadım. Ayak bileğim alçıya alındı.

Sağlık açısından ilçede “Karasu Devlet Hastanesi” olması çok rahatlatıcı bir özellik fakat ne zaman işim düşse o branşın doktoru olmadığını “hastaneye giderek” öğreniyorum. Hastaneye gitmek gerekiyor çünkü “randevu sistemi”nden randevu almak zor bile değil, İMKANSIZ (!) gibi.

(Bu konu ülkeyi terk etmek zorunda kalmış itibar görmeyen doktorlar durumunu yeniden gözden geçirmek gerektiğini unutmuyor, hatırlatıyoruz!)

Hastane var, randevu yok, hadi hastane yakın mecbur kalınca gidip ACİL SERVİS’ten yardım istiyoruz. Acil serviste bir sorun yaşamadım. Gayet iyi, vicdanlı, ilgili doktor ve hastane çalışanlarıydı.

Bir ara göz doktoruna ihtiyacım olmuştu, hastanede göz doktoru yoktu, şimdi yine randevu bulunmasa da göz doktoru olduğunu biliyorum. Devlet hastanesinde olmadığı gibi göz doktoru olan özel muayenehane de yoktu Karasu’da!

Bu ayak rahatsızlığım için ACİL serviste tomografi çekilip ilaç yazıldı ama ORTOPEDİ doktoru olmadığından acil servis doktorunun “uzmana mutlaka muayene olun” tavsiyesine henüz uyamadım. Aile Hekimi doktoruma da çekilen tomografi görüntüsünü ulaştırıp fikir almak istedim o da sistemde yoktu, sadece hastane personeli görebiliyor, yani nedense e-Nabız’da görüntülenemiyordu.

Hastanedeyken sadece Çarşamba günü ortopedi doktoru geldiği söylendi ama randevu sisteminden ulaşılamıyor. Başka hangi branşlarda doktor bulunmadığını bilmiyorum. Kış aylarında kırık, çıkıklar nispeten daha çok olsa da ilçemizde ortopedi doktoru olmaması, arabası olmayanlar için kötü bir durum. Hazır araba demişken, 32 Evler-Akkum minibüs hattının hastanenin karşısından dönüyor olması da ayaklarından rahatsız veya yürüyemeyecek kadar hasta olanlar için ayrı bir zorluk yaşattığını yine yaşayarak tecrübe etmiş oldum! Normal zamanlarda bisikletle gidip-geldiğim, alış-veriş yaptığım yollar.

Sahi minibüs göbekten dönmek yerine 200 metre kadar ilerideki hastane önünden niye dönmüyor? Anlamak ayrıca çaba gerektiriyor! Adı “Hastane” diye geçen hat ise ters istikametten yani Kocaali otoban yolundan merkeze gidip dönüyor. Sahilden 32 Evler-Akkum dolmuşlarının hastane önünden dönmesi kadar normal bir durum olamaz! Bunu engelleyen nedir biri bize anlatsa da bilsek, çünkü bundan sonra emekli bireyler olarak araba almamıza hiçbir zaman ekonomimiz uygun olmayacağı kesinleşti! Harcamalarımıza yüzde 250-300 arası zam geldiği halde, maaşlarımıza yüzde 37 gibi zam yapıldı!

Köşe yazarı bir abimizin geçen haftalarda yazdığı gibi; emekliler eskiden maaşıyla 7 çeyrek altın alırken günümüzde 2 çeyrek altına düştüğü örneği ile hepimiz ne derece fakirleştiğimizi bu orandan anlayabiliriz fikrindeyim.

Sağlıklı haftalar…