Ali Keskinsoy'un "Yanan canlar ve kayak yapan gafiller" başlıklı köşe yazısı
Bazı anlar, bazı zamanlar, bazı olaylar vardır ki o an kelimeler, cümleler insanın ağzına cam parçaları gibi dolar; tutsanız da kanatır, yutsanız da kanatır. Tıpkı Salı günü saat 03.00'te Bolu'da 78 canımızdan 36'sının çocuk yanarak can vermesi gibi.
Rabbim, o alevler içerisinde yanarak can veren kardeşlerimize rahmet eylesin, yaralılara şifalar ihsan eylesin. Geride kalan sevdiklerine, akrabalarına ve insanımıza Rabbim sabrı cemil, ecir-i kesir ihsan eylesin.
Muhterem kardeşlerim, bu olayda iki tane acı resim var. Ben hangisine ağlayacağıma karar veremedim, siz karar verin gönül dünyanızda. Önümde iki resim var:
1- O alevler içerisinde kalarak yanarak can verenler, bir de; alevlerin dışında kalanlar. İki resim.
Birinci resme bakalım; o alevler içerisinde kalanların durumu nedir?
Sahabeden Abdullah bin Cezri (radıyallahu anh) der ki: Babam hasta yatağında, ölüm döşeğinde yatarken Resulullah (aleyhissalatu vesselam) onu ziyarete geldiler. Yanı başındaki kadınlar ağlıyor, ağıt yakıyorlardı. "Sen yatağında ölecek adam mıydın? Sen cihat meydanlarında, şehadet için koşarken şimdi yatakta ölüyorsun; biz seni şehit olur diye düşünüyorduk.
"Allah Resulü (aleyhissalatu vesselam) kadınların bu ağıtlarına karşılık şöyle buyurdular: "Siz şehitliği sadece Allah için, Allah yolunda çarpışarak ölenleri mi şehit olarak düşünüyorsunuz? O zaman sizin şehitleriniz çok azdır;
Unutmayın ki; yıkıntılar altında kalarak ölenler şehittir, iç hastalıklarından, karın ağrısından dolayı ölenler şehittir, suda boğularak ölenler şehittir, doğum esnasında ölen kadın şehittir ve yanarak ölenler şehittir.
Bunlar hükmü şehittir, manevi şehittir. Yani yarın kıyamet gününde şehitlerin sevabını Allah onlara lütfedecektir.
“Neden?” Nedenini şimdi birinci resme bakın? Basında, yayında gördüklerimize bakarak; o alevler içerisinde nasıl feryat, nasıl figan... Hele hele bir görüntü vardı; çaresiz bir şekilde bekleyen, alevlerin arasında bir can vardı. Nasıl bir korku yaşıyordu, nasıl acı hissediyordu?
Onu benim şu anda anlatmam mümkün müdür? Onu kim anlayabilir ki?
Hoca Nasreddin'in dediği gibi: Ancak damdan düşen varsa, böyle bir ateş içerisinde kalan varsa belki ancak o onu hissedebilir.
O yangında ölenlerin 36'sı çocuktu! Yani ne demek? Her biri babasının, belki anasının kucağındayken... O ananın babanın çektiklerini kim, nasıl, ne şekilde anlatabilir ki bu dehşeti?
Bu nedenle o dehşeti, o korkuyu, o acıyı yaşayan insanlar manevi şehittir. İşte birinci resim budur. Bu resmi şöyle bir kenara koyun.
İkinci resim: Bir tarafta can pazarı yaşanırken insanlar feryat figan ederken, belki o yangında insanların et kokuları etrafa yayılırken insanlar ciyak ciyak orada yardım beklerken, beri tarafta hiçbir şey olmamış gibi kayak yapan insanların resmine bakın.
Ben şimdi hangisine ağlayayım? Bedeni yananlara mı ağlayayım? İnsanlığı yananlara mı ağlayayım? Vicdanı yananlara mı ağlayayım? İnsanlığını unutmuş olanlara mı ağlayayım? Söyleyin cemaat, hangisine ağlayayım?
Bu ümmete ne oldu? Daha dün kendi köyümüzde bir cenaze olduğunda (televizyonların olmadığı dönemlerden bahsediyorum) en az üç gün radyolar açılmazdı, üç gün o köyde kimse gülmezdi.
Neden? Cenaze var diye. Ama şimdi bir taraflardan acı çekilirken birileri acıların resmini çekme derdinde, birileri zevkü sefa derdinde.
Ne oldu bize? Biz neyimizi kaybettik?
Hani üç dertli yürek birbirleriyle halleşirken "Biz neyimizi kaybettik?" diye birbirlerine sorarken; birisi diyor ki: "Topraklarımızı kaybettik." Birisi: "Ekonomimizi kaybettik." Vesaire... Üçüncü dertli yürek diyor ki: "Hayır hayır, biz ruhumuzu kaybettik, biz vicdanımızı kaybettik.”
Bizde bir ruh vardı; hani Çanakkale ruhu diyoruz ya... Çanakkale ruhu neydi? Çanakkale ruhu, kardeşini kendi nefsine tercih etme ruhu değil miydi? Siper içerisinde dostunun vurulduğunu görüyor, komutanına diyor ki: "Komutanım, şu anda kardeşim, dostum vuruldu. Müsaade et de yanına gideyim.”
"Evladım, başını çıkardığın an sen ölürsün. Yapma, gitme!" "Komutanım, gitmem gerek." İşin nihayetinde siperden çıkıyor, dostunun yanına varıyor ve dostunu sırtlayıp kendi siperine getiriyor. Getirdiği zaman dostu şehit düşmüştür.
Komutan diyor ki: "Evladım, sen de kendi canını tehlikeye attın. İşte gördüğün gibi şehit düşmüş. Neden gittin?"
Diyor ki: "Komutanım, ben gittiğimde henüz daha ölmemişti. Beni görünce gözlerinden yaşlar akarak dedi ki: “Geleceğini biliyordum.”
İşte bizim ruhumuz buydu. Şimdi ne oldu bize ki, yanı başında kardeşlerin yanarken sen orada kayak keyfini yapabiliyorsun? Ne oldu bize?
İşte bizim kültürümüz buydu, bizim medeniyetimiz buydu. Biz acıyı duyardık çünkü biz kardeştik. Allah Müslümanları kardeş ilan etti.
Ve Efendimiz (aleyhissalatu vesselam) buyurduğu gibi: "Müslümanlar bir vücuda benzerler. Vücutta bir azası hasta olunca el, kol, diş, kulak... Neyse, hangi azası olursa olsun o insan rahat uyuyabilir mi? Uyuyamaz." Ya Resulallah!
İşte biz böyleydik. Bir acı duyduğumuzda duyardık, hissederdik. Ama şimdi metreler ötede kardeşleri cayır cayır yanmış, kardeşleri kömür halde gelmiş ama yanı başında o kayak yapabiliyor. Vicdan! Vicdan!
Düşünebiliyor musunuz? 12.katta bir can çaresiz kalmış, yavru babayla konuşuyor: "Babam, dört tarafım ateş yığını, 12.kattayım. Pencereyi açıp atlasam ne olur?" Babam...
Şimdi düşünün, Allah aşkına düşünün! Haydi o can vereni kenara koyun da şimdi siz o babayı düşünebiliyor musunuz? O babayı anlayabiliyor musunuz? O babanın çektiklerini...
Çaresiz kalmış, telefonun bir ucunda ve derken telefon kesiliyor. Şimdi o babayı düşünün, o anayı düşünün. Bize bu acıları reva görenler kimlerdir?
Şimdi gidecekler o babayı teselli etmeye çalışacaklar. Siz ne kadar ne söylerseniz söyleyin, o babanın içindeki ateşi kim söndürebilir? O baba ömrü boyunca bu acıyla yaşayacak.
Dedik ya: Rabbim, o analara, o babalara, ateş düştüğü yeri yakar derler ya... O ateşi, o acıyı hissedenlere.
Allah’ım onlara güç, kuvvet, metanet, sabırlar ihsan eylesin inşallah.