Remzi Akbaş'ın "Tarikat ve cemaatlerin siyasetteki yeri" başlıklı köşe yazısı

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, TBMM Genel Kurulu'nda bakanlığın 2024 yılı bütçesi üzerinde yapılan görüşmeler sırasında muhalefet tarafından yapılan bir eleştiriye şöyle yanıt veriyor:

"Milli Eğitim Bakanlığı'nın 2023 yılı itibarıyla geçerli 2 bin 709 tane protokolümüz var. Bunların içerisinde sizin 'tarikat, cemaat' dediğiniz, bizim 'STK' dediğimiz yapılarla toplasanız 10 tane protokolümüz vardır. Onlarla protokol yapmaya da devam edeceğiz. Çünkü onlar çocukların dağa çıkmasını engelliyor."

Her şeyden önce ülkemizin FETÖ yapılanmasında neler yaşadığını gördük ve görmeye devam ediyoruz. Etkisi azalsa da varlığı devam ediyor.

Bu açıdan bakıldığında "Tarikat ve cemaat" gibi yapılarla yeni ilişkiler kurulması aynı aksiyonların gelişmesine yol açabilir. Bu ilişkilerin 1 veya 10 olması bir şey değiştirmez. Bugün sayısı 10 olanın yarın 100 olmayacağını kim bilebilir.

Ayrıca Tarikat ve Cemaat Sivil Toplum Kuruluşları (STK) olarak değerlendirilmez. Bunlar dini faaliyetleri bulunan topluluktur.

Çünkü; gerçek odur ki, tarikat ve cemaatler dernek veya vakıf kurunca sivil toplum örgütü olmuyorlar.

Dernekleşme, tarikat ve cemaatlerin sadece yasal kısıtlamaları aşmak üzere başvurdukları bir yöntemden ibarettir. Her birinin yönetim kurulları 'Şeyh'lerin iradesiyle oluşuyor. Orada yurttaş, birey yoktur, Şeyh'inin önünde meyyid yani ölü olmuş müritler vardır. Kararlar, geniş katılımla, tartışılarak alınmaz, eleştirel bir iklim söz konusu değildir, iradesi, kutsiyeti sorgulanamaz mutlak güç sahibi şeyh neyi tebliğ ederse o, kabul edilmek durumundadır.

Oysa sivil toplum; katılımcılığı, tartışmayı, gönüllülüğü kapsar ve kar amacı gütmez.

Emperyal güçlerin ve elitlerin dünya üzerindeki hegemonyalarının da bu yolla uygulamaya koyduklarını biliyoruz, görüyoruz. Özellikle İslamofobi bunun bir örneğidir.

Siyasi otoriterler, toplumu yönetmek, yönlendirmek, algı operasyonu üreterek gereken hedefe ulaşmak için siyaset aracılığı ile bazı enstrümanları kullanır. Bunların arasında din, ekonomi ve basın en önemlileridir. Bu durum oligark güçlerin de hegemonyasının devamı için olmazsa olmazların bir parçasıdır.

Siyasi karar oligarkları da bu yolla iktidarlıklarını koruma amaçlı aynı senaryoyu üreterek sürü psikolojisi oluştururlar. Yani sürü psikolojisi ile toplumlar aynı düşünmeye zerk olur.

Şöyle bir örnekle açıklamak gerekirse:

"Nasıl ki, koyunların önünde bir lider koyun vardır, o bir uçurumdan kendini attığında peşindeki sürünün tamamı da hiç düşünmeden atar ya, insanlar da böyle bir hipnozluk içinde düşündüklerini zannederler, ama aslında düşünmeden sürü psikolojisiyle önderlerini takip ederler."

Bugünkü toplumun bir bölümü de maalesef böyle bir izlenim veriyor. Bunun bir nedeni de iktidarın gücünün tüm kurumların üzerinde hakimiyet kurmasıdır.

Bir ülkenin gelişiminde en önemli yapısal kurumların başında "Milli Eğitim" gelmektedir.

Yeni dünya düzeninde entegre bir gelişim gösterebilmek için modern çağın analitik düşünce tarzında ilerlemek zorundayız.

Dünyanın gelişmiş ülkelerinde de tarikat ve cemaat türü yapılar mevcut olsa da hiçbir şekilde yönetimde baskın güç olarak yer almamıştır.

Laik devlet sistemi içinde bunların yeri sınırlı olmalıdır. Faaliyetler ve organizasyonları devlet kontrolünde yapılmalıdır.

Geçmişten ders alarak daha özenle ilişkiler sürdürülmelidir.

Yazımı Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün şu sözü ile noktalıyorum:

"Efendiler ve ey millet! İyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti; şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat, tarikat-ı medeniyedir. Medeniyetin emrettiğini ve talep ettiğini yapmak, insan olmak için kafidir."